15.04.2008

Çoban ve Oy Meselesi (Güncelleme)

aysunkayacı Malumunuz eski manken Aysun Kayacı'nın NTV'de sarf ettiği "dağdaki çobanla benim oyum neden eşit" mealindeki sözleri güzel memleketimizde infiale yol açtı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat (bu ne biçim bir isim böyle) yaşadığını düşündüğüm geçici şuur kaybı sırasında Kayacı'ya edepsiz civciv gibi saçma sapan bir laf etmiş. Adanalı bir çoban da Kayacı hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Bu konuda birçok blogcu da birşeyler yazdı ve mazlum çobanların savunucusu rolüne büründü (1, 2, 3). Bu vesile ile ben de bu konudaki fikrimi belirtme gereği duydum.
Olaya elbette dağdaki çoban, amele, köylü vb. kalıplarla yaklaşmamak gerekir. Çoban, çöpçü, mühendis, doktor veya ortaokul, lise, üniversite mezunu gibi ayrımlara gitmemek gerekir. Böyle bir ayrım bence çok yanlış olur. Oy vermek ve devletin yönetiminin en üst kademesinde yer alacak insanları seçmek önemli bir iştir. Bu nedenle bana göre oy verme konusunda yetkinlik aranmalıdır. Herkesin oyunun eşit olması asıl eşitsizlik ve adaletsizliktir. Ülkesi hakkında yeterli bilgisi olmayan, oy verdiği parti veya kişiler hakkında yeterli bilgisi olmayan, aklı başında olup olmadığı bile belli olmayan birinin oyunun diğerleriyle bir tutulması adaletsizliktir diye düşünüyorum. Her vatandaşın oyu eşit olmalı demek aslında eşitliği değil eşitsizliği savunmaktır. Yetkinliğini gösteren her vatandaşın oyu eşit olmalı. Ama ot gibi yaşayan, ülkede olan hiçbir şeyden haberi olmayan, oy verdiği parti hakkında hiçbir bilgisi olmayan birisinin oyunun başkalarının oyuyla eşit değerlendirilmesi bence günümüz demokrasilerinin en önemli sorunlarından biridir.
Peki bu durumda ne yapılabilir veya yapılmalı? Bu konu üzerine çok derinlemesine düşünmedim ama aklıma ilk gelen şey oy pusulasının yanında ufak bir test olabileceği. Bu testte kişinin oy vermeye yetkin olup olmadığını ortaya çıkarabilecek nitelikte sorular olur. Olumsuz test sonucu çıkan kişinin oyu (1) geçersiz sayılır veya (2) düşük bir ağırlığa sahip olur. (1) veya (2) nin hangisinin geçerli olacağı konusunda net bir fikrim yok. Bunun üzerine daha fazla kafa yormak ve düşünceleri değerlendirmek gerekiyor. Belki de aynı anda ikisi de kullanılabilir. Bu bahsettiğim test öyle ÖSS ve zeka testi gibi birşey olmayacak elbette. Mesela 8-10 sorudan oluşan; ülke, oy verilen parti (her partiyle ilgili sorular olur ve hangi partiye oy veriliyorsa o parti hakkındaki sorunun cevabı değerlendirilir) ve bazı başka temel konular hakkında sorular içeren kısa bir test olacak. Bu sorulara verilen cevaplara göre verilen oy ya geçerli sayılacak ya da (1) geçersiz sayılacak veya (2) belli (geçerli oya göre daha düşük) bir ağırlığa göre değerlendirilecek. Bana göre oylama konusunda yapılabilecek en adil düzenleme budur. Herkesin oyunun eşit olması eşitlik değil tam tersine eşitsizliktir.
Bu arada bu konuda genel görüşün aksine düşünen blogcu arkadaşlar da var. Yeri gelmişken onlardan bazılarının yazılarının linkini vereyim. Ama bu yazılardaki her görüşe katıldığım gibi bir izlenim olmasını istemem, ben görüşlerimi yukarda belirttim (05.04.2008):
Güncelleme (15.04.2008): Bu konuda Bliyaal çok güzel bir yazı yayımladı. İlgilenenlerin okumasını tavsiye ederim: Demokrasinin Sınırı

7.04.2008

Kuran hakkında da soruşturma açılmalı mı? (Güncelleme)

28.11.2007 tarihli Milliyet gazetesinden bir haber [Dinin sorgulandığı kitaba soruşturma]:
ABD, Kanada ve İngiltere'de en çok satanlar listesinden inmeyen ve temmuzda Türkçe "Tanrı Yanılgısı" adıyla yayımlanan kitap hakkında savcılık soruşturma başlattı.
Nezih Gürol - İstanbul

Dünyanın tanınmış ateistlerinden İngiliz yazar, Richard Dawkins'in, yayımlandığı ülkelerde büyük tartışmalara neden olan, tanrının varlığını ve dini sorguladığı "Tanrı Yanılgısı" adlı kitabı bir Türk okuyucunun şikâyetiyle soruşturma konusu oldu.
Yayımlandığı 2006'dan beri ABD, Kanada ve İngiltere'de en çok satanlar listesinden inmeyen "The God Delusion" adlı kitap, Kuzey Yayınları tarafından Temmuz 2007'de "Tanrı Yanılgısı" adıyla Türkçeye çevrilerek okuyucularla buluştu.
Bir Türk okuyucu, Dawkins'in tartışmalara neden olan bestseller kitabında kutsal değerlere saldırdığını iddia ederek savcılığa şikâyette bulundu. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı, dört sayfalık dilekçeyi incelemesinin ardından kitabı hazırlayanlar hakkında soruşturma başlattı.

Ateizm suç değil

Türk Ceza Yasası'nda ateizm suç sayılmazken, kitabın çevirisini inceleyen Şişli Basın Savcısı Muhittin Ayata, kitapta inanan insanları aşağılayan, küçük düşüren ifadeleri tespit ederse çevirmen ve yayıncı hakkında dava açacak.
Dava açılması halinde TCK'nın "Halkı kin ve düşmanlığı tahrik ve aşağılama" suçunu kapsayan 216. maddesi gereğince çevirmen ve yayımcının 6 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edilebilecek.
Kuzey Yayınları yetkilisi, kitap hakkında resmi bir soruşturma konusunun henüz kendilerine bildirilmediğini, sadece savcılıktan bir kişinin kitabı basan matbaayı telefonla arayarak bazı bilgiler aldığını belirtti.
İşte böyle komedi bir ülkede yaşıyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğünün ne olduğunu hiçbir şekilde kavrayamamış insanlar var. Hem de bu şikayeti yapan kişi muhtemelen eğitimsiz insanlar da değil. Bu kitaba para verip almış ve okumuş bir insan alelade biri değildir. Zaten asıl acı olan şey de böyle birinin bu kitap için "Halkı kin ve düşmanlığı tahrik ve aşağılama" gerekçesiyle suç duyurusundan bulunuyor olması.

Bu kitabın inananları aşağıladığını düşünen ve bunun için savcılığa suç duyurusunda bulunan kişinin Kuran'da birçok yerde, inanmayanların Allah tarafından "yalancı1, sapık2, kibirli3, davar (hayvan)4, gafil5" gibi sözlerle tanımlanması için ne düşündüğünü çok merak ediyorum? Acaba bunlar kin ve düşmanlığa tahrik için yeterli midir veya bunlar inanmayanları aşağılamak değil midir? Peki bu durumda ne yapmak lazım? Kuran'ın yasaklanması için de savcılığa şikayette mi bulunmamız lazım? (Elbette hayır.) Hollanda'da Kuran'ın yasaklanması gerektiğini söyleyen aşırı sağcı Geert Wilders'den ne farkı var bu şikayeti yapan kişinin? [Kuran yasaklansın mı?]

Sonuç olarak kendi adıma, Şişli Basın Savcısı Muhittin Ayata'nın büyük bir hata yaparak kitabın basımının durdurulması için dava açacağını düşünmek bile istemiyorum. İfade ve düşünce özgürlüğü kapsamında dinlerin ve inançların eleştirilebilmesi bir haktır. Savcılığın da bu yönde bir kanaate sahip olduğunu ve dava açılmasına gerek olmadığına karar vereceğini düşünüyorum, daha doğrusu umuyorum.

Neler olacağını izleyip göreceğiz. Umarım sonuç tahmin ettiğim gibi olur... (01.12.2007)

Güncelleme (07.04.2008):
Sonunda dava sonuçlandı ve beklendiği gibi davacının yasaklama ve sansür talebi reddedildi:
Mahkeme Başkanı Hakim Hakkı Yalçınkaya, dün (2 Nisan) görülen karar duruşmasında, "Kitabın yasaklanmasının, suç sayılmasının kitabın çok kısa sürede çok daha fazla okuyucuya ulaşacağı gerçeği de dikkate alındığında kitap yasaklamanın düşünce özgürlüğünü özünden sınırlayacağı"na hükmetti.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün benimsenmesi ve bazı kesimler tarafından hazmedilmesi açısında önemli bir karar olmuş. Ama davacı vatandaş biraz inatçı çıkmış. Kendisi karara itiraz edeceğini söylemiş. Anlaşılan hazım konusunda hâlâ bazı sorunları var. Kendisine acil şifalar diliyorum.

20.02.2008

Tolstoy Müslüman oldu mu?

Bu konunun aslını merak edenlerin, MedyaKronik'teki Tolstoy Müslüman olmadı! başlıklı yazıyı okumasını öneririm. Burada sadece yazının sonundan ufak bir alıntı yapacağım:
Peki, madem gerçek bu, neden Tolstoy’un Müslüman olduğuna dair bu tür iddialar dile getirildi diye soracak olursanız benzer iddiaların pek çok ünlü Batılı için de zaman zaman dile getirildiğini hatırlatalım. Bunların başında aya ilk ayak basan Amerikalı astronot Neil Armstrong ve ünlü deniz kâşifi Kaptan Cousteau geliyor. Her ikisi de kendileriyle ilgili “Müslüman oldular” iddiasını henüz hayatta oldukları için yalanlama fırsatı bulabildiler. Talihsiz Tolstoy ise maalesef yaklaşık 100 yıl önce öldüğü için bizzat kendisi yalanlamada bulunamadı. Neyse ki Acar Burak Bengi yayımladığı iki kitapla bu iddialara Tolstoy yerine gereken cevabı verdi.

25.01.2008

Kronik hazımsızlık

Recep Tayyip Erdoğan'ın iğneleyici karikatürlerle karşılaşınca hazım zorluğu çektiğini geçtiğimiz 4-5 yıl içinde defalarca gördük. İlk hazım sorunu belirtisini Evrensel gazetesinde 5 Nisan 2004 tarihinde çıkan karikatürde görmüştük.

(Büyütmek için resme tıklayın)

Erdoğan, bu karikatür aleyhine açtığı manevi tazminat davasında 10 milyar lira alacaktı ama karar Yargıtay tarafından bozulmuştu.

İkinci hazım sorunu belirtisini Musa Kart'ın 9 Mayıs 2004 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde çıkan karikatüründe görmüştük.

Musa Kart, Cumhuriyet 09.05.2004
(Büyütmek için resme tıklayın)

Erdoğan bu karikatür için Musa Kart ve Cumhuriyet gaztesi aleyhine 10 bin YTL'lik tazminat davası açtı. Sonuçta araya Yargıtay'ın da girmesiyle Erdoğan'ın isteği reddedildi.

Bu olayın hemen ardından Penguen dergisi 24 Şubat 2005 tarihli ve 127 nolu sayısında, Erdoğan'ın Musa Kart aleyhine dava açmasını protesto etmek için Tayyipler Âlemi adını verdiği bir kapak çıkardı.

(Büyütmek için resme tıklayın)

Erdoğan, bu kapak için Penguen'in sahibi Erdil Yaşaroğlu ve Pak Yayıncılık aleyhine 40 bin YTL'lik manevi tazminat davası açtı. Ama giden gelen davalar sonucunda yine istediği sonuca ulaşamadı Erdoğan. Daha sonra bu kararın bozulması için temyize gitti ama bildiğim kadarıyla bundan da çıkan bir sonuç yok.

Bunun ardından 6 Temmuz 2006 tarihli Leman dergisinde çıkan "Reco Kongo Kenesi Türkiye'nin Anasını Ağlatıyor" başlıklı karikatür için Leman dergisi ve çizer Mehmet Çağçağ aleyhine 25 bin YTL'lik manevi tazminat davası açtı.

(Büyütmek için resme tıklayın)


Bu seferkinde ise hakim karikatürün manevi tazminat davası gerektirmeyeceğine karar vererek davayı reddetti.

Görüldüğü gibi Başbakanın karikatürler konusunda kronikleşmiş bir hazım sorunu var. Aslında bu sorun tüm AKP'lilere sirayet etmiş gibi duruyor. Şimdi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü konu alan iki karikatür hakkında, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in izniyle soruşturma açılmış. Eğer dava açılırsa Musa Kart ve Zafer Temoçin 4 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacaklar. Şimdilik beklemedeyiz. İzleyip neler olacağını göreceğiz.

Uzun lafın kısası, kronik hazımsızlık çok ciddi bir sorundur. Nedeninin iyi teşhis edilmesi gerekir. Yoksa hiç aklınıza gelmeyen kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Bana inanmıyorsanız NTVMSNBC'deki Hazımsızlık deyip geçmeyin başlıklı haberi okumanızı tavsiye ederim.

24.01.2008

"Yok artık, Kemal abi!"

"Yok artık, Osman!"dan sonra şimdi de "Yok artık Kemal abi!" dedirten bir olay oldu pek çoğunuzun bildiği gibi. Kemal (Unakıtan) abinin söylediklerini hâlâ duymamış olanlar varsa NTVMSNBC'deki videoyu izleyebilirler. Türkiye'de siyasetçileri doğruluğun ve dürüstlüğün d'sinin yakınından bile geçmediğini bilirdik de içlerinde bu kadar pişkinlerinin olabileceğini de düşünemezdim. Bakın Kemal abimiz bu konuyu soran basın mensuplarına neler demiş:
YÖK Başkanı ile ilgili tam duyamamışsınız yakıştırmışsınız, öbürlerini iyi duymuşsunuz . Benim söylediğim YÖK Başkanı ile ilgili değildi. Onun üzerinde durmuyorum. Bizim medya anlayışımız da bu. Benim yapacak bir şeyim yok. Siz medya olarak gizli gizli almaları içinize sindiriyorsanız, benim diyecek bir şeyim yok.

[...]Etik olmayan bir şekilde alınan ifadeler mahkemede geçerli değil. Böyle yollara başvurmayın. Size magazin bir takım haberler oluyor, ama bu yollara başvurmasanız daha iyi. Bunlar pek doğru işler değil.
Videoyu izleyenler Kemal abinin o sözü kimin için söylediğini duyacaktır zaten. O konuda ben yorum yapmayayım. Ama buradan şöyle bir sonuç çıkıyor. Ya gerçekten insanlar doğru duymuyor ya da Kemal abi ne söylediğini bilmiyor. İkisinden birisi doğru. Acaba hangisi?

Bir de Kemal abi etikten bahsetmiş. Kendileri orada açık mikrofonlara konuşuyorlar, habercilerde konuşulanları duyup haber yapınca bu etik dışı oluyor. Vay be! Kemal abi çok büyüksün. Aslında dediğin doğru. Böyle bir durumda habercilerin kulaklarını kapayıp bunları duymazdan gelmeleri hatta bunların kayıtlı olduğu kasetleri yakıp çöpe atmaları gerekirdi. Çok ayıp etmişler.

Yazımı bu durumu çok güzel özetleyen bir atasözümüz ile bitirmek istiyorum: "Yavuz hırsız ev sahibi bastırır."

Kemal abinin pişkinliği üzerine söylenecek fazla birşey de yok aslında.