14.03.2012

"Yargıya müdahele edemeyiz" mi acaba?

Fofoğraf: ntvmsnbc.com
Bu sözler Recep Tayyip Erdoğan'ın 13 Nisan 2011'de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulunda yaptığı konuşmadan alındı. Tutuklu gazetecilerin çokluğu ve Ahmet Şık'ın basılmamış kitabı nedeniyle tutuklanması konularında gelen eleştirilere Başbakan yargı bağımsızlığına vurgu yaparak cevap veriyordu:
Çeşitli terör örgütleri ve darbecilerle olan ilişkileri yüzünden yargılanıyorlar. Yürütmenin de bu noktada müdahalede bulunmasının imkanı yoktur, yargı bağımsızdır.
...
Bu basılmamış denen kitapla ilgili kararı ben vermedim. Bu medya mensuplarının bilgi ve belgeler neyin geldiğini gösteriyor ki yargı yürütmeye burada bir hazırlık var hemen gidin diyor. Bakınız burada bir şey diyorum bomba kullanma suçtur, bombanın yapılacağı maddeleri kullanmak da suçtur. Bomba yapmanın ihbarı gelmişse güvenlik güçleri bunları toplamaz mı. Burada da daha önce gelmiş bilgiler gelmişse yargıda bu kararı vermiştir ve güvenlik güçlerine gidin alın demiştir. Bu kitap internet sitelerine girmiştir ve burada ne olduğu görülmüştür. Bu yürütmenin değil yargının aldığı bir karardır. İşimize gelince bağımsız yargı diyorsunuz, Türkiye’ye gelince yürütmeye bağlı yargı diyorsunuz ama Türkiye’de bağımsız yargı var, yürütmeye bağımlı bir yargı yok.
Erdoğan'ın yargı bağımsızlığı konusunda söyledikleri yanlış değil. Bu yargının tasarrufudur, biz yargıya müdahele edip şöyle yapma böyle yap gibi bir şey söyleyemeyiz, böyle bir yetkimiz yok diyor ve bunda da haklı aslına bakarsanız. Haklı olmasına haklı ama keşke bu sözlerinin gereği gibi hareket edebilseydi. Bu sözlerinin üzerinden henüz 1 yıl bile geçmemişken 7 Şubat 2012 tarihinde şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile eski MİT Müsteşarı ve yardımcısının KCK soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasıyla her şey bir anda değişti. 10 Şubat'ta MİT kanununda değişiklik yapılacağı açıklandı. 11 Şubat'ta bu kişileri ifadeye çağıran Savcı Sadretti Sarıkaya soruşturmadan alındı. Bütün gün ve gece çalışan TBMM, 17 Şubat'ta sabah 05:50 sularında kanun değişikliğini kabul etti:
Kanuna göre, MİT mensupları veya Başbakan tarafından belirli bir görevi yerine getirmek üzere kamu görevlileri arasından görevlendirilenler, görevin niteliğinden doğan veya görev sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı haklarında soruşturma yapılması Başbakanın iznine bağlı olacak. 

Bu kişilerin, özel yetkili mahkemelerin görev alanlarına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma yapılmasında da Başbakanın izni aranacak. 

Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle devam eden soruşturma ve kovuşturmalarda da Başbakanın iznine bağlı olma hükmü uygulanacak.
Aynı gün içinde de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylandı. Tabii burada değinmeden geçilmemesi gereken bir husus da Cumhurbaşkanı Gül'ün şike davasıyla ilgili kanun değişiklikte ve MİT kanunundaki değişiklikte sergilediği siyahla beyaz kadar farklı tavırlardır.

Abdullah Gül, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunla ilgili olarak TBMM'de kabul edilip kendisine gelen değişikliği 8 gün sonra veto ederken kamuoyuna yaptığı açıklamasında veto gerekçelerinden birisini şöyle ifade ediyordu:
...kamuoyunda, genel ve gereklilikten doğan bir düzenleme olmaktan ziyade, halen yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı, bu durumun da değişikliğin esas amacı dışında özel bir saikle hazırlandığı eleştirilerine sebebiyet verdiği görülmektedir.
Aynı cümleleri kopyala/yapıştır ile MİT kanununda yapılmak istenen değişikliğin veto gerekçesi olarak kullansa cuk oturacak ve kimsenin de itiraz edemeyeceği bir gerekçe olmaz mıydı bu? Yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılan kişilerin ifade vermesinin önüne geçmek için atılmış bir adımdı. Heralde bu konuda kimsenin farklı bir görüşü yoktur. Herkes bu değişikliğin amacının bu olduğu konusunda hemfikir. Zaten her şey ortada olduğu için kanun değişikliğinin amacıyla ilgili çok da tartışılacak bir şey yok. Gelelim bu durumun oluşturduğu sorunlara:

Savcının görevden alınması bir tesadüf müdür? Bu tamamen yargı organlarının bir tasarrufu mudur yoksa bunda yürütmenin bir payı var mıdır?

Bu kanun değişikliği dolaylı yollardan da olsa yargıya müdahele değil midir?

TBMM, Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın bu olaydaki tavırları göz önüne alındığında bu ortamda Erdoğan'ın söylediği gibi yargının bağımsızlığından söz edilebilir mi? Hakim ve savcıların böyle bir ortamda bağımsız hareket edebileceklerinin garantisi var mıdır?

Muhtemelen sizin de aklınıza benzer veya farklı bir çok soru geliyordur. Daha fazla uzatmadan sizi bu gibi soruların cevaplarıyla baş başa bırakıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder