17.04.2012

İfade özgürlüğünün kökü kazınırken...

Fazıl Say hakkında Twittter hesabında yazdıkları nedeniyle suç duyurusunda bulunuldu:
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan suç duyurusunda Fazıl Say’ın internet paylaşım sitesi Twitter’daki kendisine ait sayfasında İslam inancına saldırı niteliğinde ve bu inanca mensup insanları incitecek ve infialine sebep olacak mesajlar yayınladığı ifade edildi. Say’ın militarist ateist olduğunu düşündürecek bu yazılar ile sadece Müslümanları değil Hıristiyan ve Yahudileri de rencide ettiği belirtildi. Bu yazıların Türk Ceza Kanunu’nda belirtilen ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “dini değerlere hakaret” eylemini düzenleyen 216. maddenin 1 ve 3. maddelerine aykırı olduğu belirtilen suç duyurusunda “Bu ifadeler toplumda inanç çatışması oluşturacak, farklı görüş ve inançtaki kişilerin birbirlerine karşı hislerinin değişmesine sebep olacak, husumetleri tetikleyecek, dini tahammülü yok edecek, kamplaşmaya sebep olacak, inananla inanmayanı karşı karşıya getirecek, tahrik edip çatışmaya sevk edecek ve kamu barışını tehlikeye sokacak özellikler taşımaktadır” denildi.
Peki nedir bu infiale neden olabilecek, insanları çatışmaya sevk edecek ve kamu barışını tehlikeye sokacak nitelikteki sözler? İnsanların adeta gözünün dönmesine sebep olabilecek gibi anlatılan ne yazmış olabilir Say? Muhammed'e ana avrat düz mü gitti? İslam'a, Kuran'a veya Allah'a galiz küfürler mi etti?

Her şey yukarıda gördüğünüz tweet ile başladı. Fazıl Say burada açıkça görüldüğü gibi müezzinin akşam ezanını çok hızlı okumasından şikayet ediyor ve ne bu acele diye soruyor. Aradaki İtalyanca kısım (doğrusu prestissimo con fuoco) ise müziğin temposuyla ilgili bir terimdir. "Ateşli bir şekilde, çok hızlı" anlamına gelir ve en yüksek tempoyu ifade eder. Yani Say, uzmanı olduğu bir konuda müezzine bir eleştiride bulunuyor. Olay bundan ibaret. Say aslında burada edebiyatta hiciv/taşlama olarak bilinen yazı türünden güzel bir örnek sergiliyor. İğneleyici sözlerle müezzini eleştiriyor. Gerçekten de 22 saniye inanılmaz kısa bir süre. Hadi abartmıştır, 30 saniye sürmüş olsun diyelim. Yine de çok çok kısa. Google'da ufak bir aramayla bu sürenin ortalama 2.5 dakika civarında olduğunu görebiliriz. Belli ki Say haklı olarak garip bir durum görmüş ve buna tepki olarak bunu yazmış. Ortada bir hakaret var mı? Kesinlikle yok. Tamamen müzikal sebeplerle duyulan bir endişe ve bunu ifade ederken yapılan bir hiciv var ortada. Bir sonraki tweet'te ise akşam ezanının segah makamında okunması gerektiğini, çoğu müezzinin bunu bilmediğini, bunun öğretilmesi gerektiğini söylüyor. Ortada ne İslam'a, ne Kuran'a, ne Muhammed'e ne de Allah'a karşı söylenmiş bir şey, bir eleştiri, bir hakaret varken sadece müzikal bir eleştiri varken, bir vatandaş nasıl oluyor da Say'ın sözlerinin "kamu barışını tehlikeye sokabilecek" nitelikte olduğunu iddia edebiliyor?

İş burada bitmiyor tabii. Her şeyden nem kapan, 10 yıllardır sesini duyuramamış halkımız Twitter sayesinde ağzına geleni rahatça söyleyebilir, daha doğrusu nefretini rahatça kusabilir hale geldi. Fazıl Say'ın bu yazdıklarına hem olumlu hem de olumsuz tepkiler geldi. Say, bu tepkilerden bir bölümünü takipçileriyle paylaştı (retweet etti). Bunlardan bir tanesi Ömer Hayyam'a ait olduğu düşünülen aşağıdaki dörtlüktü.

Bundan sonra tepkiler daha da artmaya ve iğrençleşmeye başladı. Olaydan bir sonraki gün yazılanlardan oluşan aşağıdaki tabloya bakarsanız işin nasıl çığrından çıktığını ve aslında kriminal boyut kazandığını görebilirsiniz.

(Büyütmek için resme tıklayın.)
Görüldüğü gibi Fazıl Say'a karşı çok açık hakaretler var. Aslında bu açık bir linç girişimidir ve ortada net olarak bir kriminal vaka mevcuttur. Buna katkıda bulunan bazı ünlüler de var ve hatta bunların içinde yukardaki resimde de görüldüğü gibi bir milletvekili bile var. Twitter sayesinde linç kültürümüzün baya geliştiği görülüyor. Sanırım bu da ileri demokrasinin faydalarından biri olsa gerek.

Mevcut durumu bu şekilde özetledikten sonra önemli gördüğüm başka bir noktaya değinmek istiyorum. Suç duyurusunu yapan vatandaş "Say’ın militarist ateist olduğunu düşündürecek bu yazılar..." gibi bir ifade kullanmış. 

(Büyütmek için resme tıklayın.) 
Güncel Türkçe Sözlük'teki 'militarist' ve 'militan' kelimelerinin anlamına baktığımızda suç duyurusundaki kullanımın yanlışlığı net olarak görülmektedir. Vatandaş militan demek istersek militarist demiş. Konunun militarizmle uzaktan yakından ilgisi olmadığı açıktır. Günümüzde 'militan ateizm' terimi ABD'deki dindar kesimler tarafından Richard Dawkins, Christopher Hitchens, Sam Harris, Daniel Dennett ve Victor Stenger gibi ateizmi halka açık ortamlarda açıkça savunan ve dinleri eleştiren kişileri tanımlamak ve eleştirmek için kullanılmaktadır.

Belli ki bu suç duyurusunda bulunan vatandaş da aynı kafa yapısında ve ifade özgürlüğünü kullanarak görüşlerini açıkça dile getiren, dini konulara eleştirel yaklaşan, sorgulayan insanları hemen 'militan ateist' olarak damgalamayı uygun görüyor. Bu tip konuşmaların insanları tahrik edebileceği ve bunun da kamu barışını tehlikeye sokabileceği paranoyası yayılarak ifade özgürlüğü yok edilmek isteniyor. Dini konularda eleştirel yaklaşımların alenen ifade edilmemesi isteniyor. "İstediğiniz gibi düşünün ama bunu alenen ifade etmeyin, konuşmayın, düşüncelerinizi kamuoyuyla paylaşmayın, benzer düşünceye sahip insanlar aranızda istediğiniz gibi konuşun ama görüşlerinizi halka yaymaya çalışmayın" mesajı verilmeye çalışılıyor.

Yaklaşık bir ay önceki Tehdidin eleştiri, eleştirinin hakaret sayıldığı ülke başlıklı yazımda birçok örneğini verdiğim şekilde bu ülkede özellikle dini konulardaki eleştirel yaklaşımlar soruşturma/dava açılmak suretiyle susturulmaya çalışılıyor. Açılan davalarla insanların gözleri korkutularak başkalarının bu yola girmemesi sağlanmak isteniyor. İnsanların bunu söylersem/yazarsam dava açarlar endişesiyle otosansür uygulaması amaçlanıyor. Eleştirel düşünceleri görmeye tahammülü olmayan bu insanların temel gayesi budur. Sistematik bir şekilde dini konularda eleştirel görüşlerini açıkça dile getiren kişiler hakkında davalar açılarak insanlara bu yola girmemeleri konusunda gözdağı verilmesi hedefleniyor. 

Sonuç olarak burada yapılmaya çalışılan şey, en temel insan haklarından biri olan ve bugün için ülkemizde acınacak durumdaki düşünce ve ifade özgürlüğünün korkutma ve sindirme yoluyla tamamen yok edilmesidir.

6.04.2012

12 Eylül ile hesaplaşma masalı ve "yetmez ama evet"çi çığırtkanlık

  • %10 seçim barajını işine yaradığı için makul bir seviyeye indirmeyeceksin,
  • YÖK'ü üniversiteleri kontrol altında tutabilmek için muhafaza edeceksin,
  • HSYK'yı yargıyı kontrol altında tutabilmek için  muhafaza edeceksin,
  • DGM'leri kaldırıp yerine aynısının laciverti olan Özel Yetkili Mahkemeleri (ÖYM) kuracaksın,
  • Siyasi Partiler Kanunu'nu parti içi demokrasiyi temin edecek ve lider sultasını sonlandıracak şekilde düzeltmeyeceksin,
  • Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nu özgürlükleri temel alacak şekilde düzeltmeyeceksin,
Sonra da utanmadan 12 Eylül ile hesaplaşıyoruz diyeceksin. Yemezler arkadaşım yemezler. Bunların hepsi 12 Eylül döneminin ürünleridir ve sen bugün bunları siyasi çıkar elde etmek için tepe tepe kullanıyorsun. 12 Eylül ile gelen ve bugün baktığımızda demokrasi ve özgürlüklerin önündeki en önemli engeller olan bu müesseseleri muhafaza ederek kendine siyasi çıkar sağlıyorsun. Demokrasiyi geliştirmek, özgürlükleri hakim kılmak ve 12 Eylül ile hesaplaşmak gibi bir amacın olduğuna insanların inanması için anti-demokratik ve özgürlükleri kısıtlayıcı olduğu konusunda konsensüs sağlanmış birçok darbe dönemi uygulamasını, kendine çıkar sağladığı halde kaldırman gerekir. İşte o zaman insanlar söylediklerinde samimi olduğuna inanabilir. Yoksa işine gelenleri değiştirip işine gelmeyenleri olduğu gibi muhafaza edersen ve sonra da darbelerle hesaplaşmaktan bahsedersen insanlar sana sadece güler.

Gelelim diğer vahim konuya. "Yetmez ama evet"çi şürekânın, 12 Eylül referandumunda kendilerini eleştiren ve hayır oyu veren veya boykotu seçen kesimlere (ve özellikle de bunlardan davaya müdahil olmak isteyen veya davayı izlemeye gidenlere), 12 Eylül davasının başlamasıyla birlikte mal bulmuş mağribi tavrıyla laf sokma çabası içinde olduğunu görüyorum

Bir kere bu adamların şunu kafalarına sokması lazım. Kimse darbeciler yargılanmasın demedi, elbette yargılansın. Ama CHP'nin "tek madde olarak teklif getirin, geçici 15. maddeyi kaldıralım" teklifine kulak asmayan AKP, ilk başta Anayasa değişiklik paketinde olmadığı halde bu maddeyi paketin içine koydu ve insanları ya "hepsine evet" ya da "hepsine hayır" demek zorunda bıraktı. Hatta Erdoğan bu ikilemi pekiştirmek için meydanlarda "referandumda hayır diyenler darbecidir" diyecek kadar akıl sınırlarını zorlayan söylemlerde bulundu ve bu sözleri için hakkında dava bile açıldı.

Geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla ilgili değişiklik bu pakete sonradan ilave edilerek adeta diğer bazı değişiklikler için kalkan olarak kullanıldı ve 12 Eylül ile hesaplaşma masalı da zaten burada ortaya çıktı. Aslında ilk olarak CHP'den çıkan bir fikir olan ve pakete sonradan eklenen geçici 15. maddenin kaldırılması, referandumda temel propaganda aracı olarak kullanıldı. Böylece AKP diğer değişiklikleri bu şekilde perdelemiş oldu.

Peki referandumda neden hayır oyu verildi? "Yetmez ama evet" diyenler bu değişikliklerin yeterli olmamasına rağmen doğru olduğunu düşünürken hayır oyu verenler paketin içinde doğru şeyler olsa da bazı ciddi yanlışlar olduğu görüşündeydiler. Hayırcıların tavırlarının temel gerekçesi yargı bağımsızlığının tehlikeye girmesine neden olabilecek maddelerin varlığıydı (Neden hayır oyu verildiğiyle ilgili CHP'nin hazırladığı kitapçık daha ayrıntılı bilgi verecektir). Kaldı ki aradan geçen kısa sürede bu kaygıların ne kadar yerinde olduğu da ortaya çıkmış oldu. Deniz Feneri davasında görevli savcıların başına gelenler, KCK davasında görevli savcının başına gelenler, Balyoz davasında tahliye kararı veren hakimin başına gelenler, daha birkaç gün önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceklerini söylemesi ve bunlara benzer daha birçok olay, referandumda yargıyla ilgili çekincelerinden dolayı hayır oyu verenlerin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. 

Bu arada son olarak şunu da hatırlatmak gerekir ki Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk başta olmak üzere birçok önemli hukukçunun savunduğu görüşe göre hukuki olarak 12 Eylül darbesini yapanları yargılamak mümkün değildi. Fakat DGM'lerin yerini alan ÖYM'lerde son dönemlerde görülen önemli davalara bakıldığında hukukun sınırlarının zorlandığı çok sık olarak görüldüğü için Sami Selçuk'un "normalde" olamayacağını söylediği bu yargılamanın yapılıyor olması aslında çok da şaşırtıcı görülmemelidir.

5.04.2012

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kaldırılsın! Satranç dersi okutulsun!

Kamuoyunda 4+4+4 kanunu olarak bilinen 6287 nolu İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile ilkokula başlama yaşı 5-6 olarak değiştirildi. Yani bulunduğu yılın Eylül ayının sonunda çocuk 60 aylık ile 72 aylık arasında ise 1. sınıfa başlayacak.

koyun sürüsü
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ilköğretim 4. sınıftan lise 4. sınıfa kadar zorunlu olarak okutuluyor. Yani 8-9 yaş aralığındaki çocuklar bu dersi almaya başlıyor ve 9 yıl boyunca zorunlu olarak bu derse giriyorlar. Bu dersin 9. sınıf kitabındaki sayısız absürtlükten bir tanesine daha önce değinmiştim. Kim bilir 8 yaşındaki çocuklara okutulacak 4. sınıf kitabında neler vardır. Ufacık çocukların beynini bu şekilde yıkamanın, Başbakan'ın dindar gençlik yetiştirme idealiyle ilintili olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Başbakan bu sayede "milli, manevi değerlerine bağlı, isyankar olmayan" bir nesil yetiştirmeyi hedefliyor. Böylece düşünmeyen, sorgulamayan, iktidarın her yaptığına itaat eden bir nesil yetiştirilmek isteniyor. Sanırım bu tarife uyan nesile koyun sürüsü demek yerinde olacaktır. Başbakan istediği gibi güdebileceği bir koyun sürüsü yetiştirmek istiyor ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi de bu amaca ulaşmak için kullanılan araçların en önemlilerinden biri olarak cephanelikteki yerini alıyor.

satranç eğitimi
Benim buna karşılık önerim ise zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredattan çıkarılması ve yerine zorunlu Satranç dersinin koyulması. Böylece çocuklar 8-9 yaşından başlayarak stratejik düşünmeyi, geleceğe yönelik plan yapmayı, olasılıkları değerlendirecek şekilde düşünmeyi ve daha birçok faydalı şeyi öğrenebilir. Böylesi kendi gelecekleri için çok daha iyi olur. Ayrıca bu durumda hem ülkeleri, hem de insanlık adına çok daha faydalı bireyler olurlar. Sadece bu değişiklikle bile emin olun orta ve uzun vadede Türkiye daha düzgün, yaşanabilir bir ülke haline gelir. Yapılırsa kendi küçük ama etkileri büyük bir hamle olur.

Bu kanunda beni rahatsız eden bir noktaya daha değinmek istiyorum: 
MADDE 9- 1739 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin mülga birinci fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

“İlköğretim kurumları; dört yıl süreli ve zorunlu ilkokullar ile dört yıl süreli, zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarından oluşur. Ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler oluşturulur. Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir.”
turan dursun - din bu 2
Hepimizin bildiği gibi bu ülke müslümanların yanında, hristiyanlar, museviler ve diğer dinlere mensup kişiler ile inançsızlar da yaşıyor. Bunların hepsi bu ülkenin vatandaşıdır ve kanunlar önünde eşittirler. Bir hristiyan vatandaşımız bu kanunu okuduğunda ne düşünür? "Hz. Peygamberimizin hayatı" ne demektir? Kimin peygamberi? Hangi peygamber? Laik bir devletin kanunlarında böyle bir ibare geçebilir mi?  Resmi dini olan bir ülke olsa anlarım ama laik bir ülkede böyle saçma bir şey nasıl olur? Burası Türkiye işte oluyor böyle absürtlükler. Bu ülkede her şeyin mutlaka mantıksız bir açıklaması vardır... Madem böyle bir ders olacak, ben de bu derste faydalanılacak kaynak olarak bir öneride bulunayım. Turan Dursun'un Din Bu serisinin "Hz. Muhammed" alt başlıklı 2 numaralı kitabı. Gençlerin bilgilenmelerine ciddi katkıda bulunacaktır bu kitap.

Bu arada son bir not daha eklemek istiyorum. Bu kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilme olasılığının ciddi şekilde yüksek olduğunu düşünüyorum. Sadece "Hz. Peygamberimizin hayatı" ibaresi bile bunun için yeterli bana göre ama asıl ciddi sorun kanun tasarısının komisyondan geçirilme şeklinde. Anayasasında demokratik bir hukuk devleti olduğu yazan bir ülkede böyle bir rezilliğin yaşanmış olması bile yeteri kadar büyük bir utanç kaynağıyken, bu rezilliğe Anayasa Mahkemesi tarafından müdahale edilmemesi demokrasi ve hukukla olan son bağlarımızın da kopmuş olduğu anlamına gelecektir.