27.12.2009

Yalandan kim ölmüş #1

Galatasaray Spor Kulübü 2. Başkanı Prof. Mehmet Helvacı buyurmuşlar: "[...] Galatasaray eşsizdir ve benzersizdir. Çünkü hiçbir spor kulübü yoktur ki kökü eğitim kurumuna dayanıyor olsun. Çünkü hiçbir spor kulübü yoktur ki başarıları Galatasaray kadar büyük olsun. Çünkü hiçbir spor kulübü yoktur ki enleri ve ilkleri tek başına yapmış olsun. Çünkü hiçbir spor kulübü yoktur ki kendi, ülkesi kuruluşunda mayası olsun. Çünkü hiçbir spor kulübü yoktur ki Türkiye'nin, Türk insanının gururu olsun. [...]"

14.12.2009

Hexakosioihexekontahexaphobia

İngilizce'de 666 korkusuna hexakosioihexekontahexaphobia, 666'dan korkanlara da hexakosioihexekontahexaphobiac deniliyormuş. Vah vah...

28.11.2009

Tatmin olamıyorum!

Fenerbahçe-Kasımpaşa maçını izlerken futbolcu, yönetici ve teknik kadrodakilere bildiğim bütün küfürleri baştan sona birkaç kere sıraladım ama bir türlü tatmin olamadım. Küfür literatürüm bu rezillik karşısında yetersiz kaldı. Kendimi bu konuda geliştirmem gerekiyor sanırım. Her türlü tavsiyeye açığım.

30.10.2009

Allah senden razı olsun Harun amca :)

Ateizme varan içsel yolculuğumda beni hiç yalnız bırakmayan Harun Yahya’ya kocaman bir teşekkür borçluyum. Onun katkıları olmaksızın bunu asla başaramazdım!
Bu sözler kime mi ait? Münzevi Solucan'a. Buyrun burdan yazının tamamını okuyun...

26.10.2009

Sarhoşluğun kitabını yazan adam

Gülmekten yarılma garatilidir. Mutlaka izleyin...

Mirgün Cabas, Ahmet Altan'ı tokatlarken...

23.10.2009 - NTV ve gazetecilik / Ahmet Altan
23.10.2009 - Ahmet Altan'a açık mektup / Mirgün Cabas
24.10.2009 - NTV’ye özür, orduya hesap / Ahmet Altan

25.10.2009

Pisagor Teoremi ve İspatları

Bu siteden, Pisagor Teoreminin 88 farklı ispatına ulaşabilirsiniz. Eğer bunlar yeterli gelmezse burdan edinebileceğiniz Pythagorean Proposition adlı kitapta, bu teoremin 367 farklı ispatını bulabilirsiniz.

Not: Kitabı okuyabilmek için burdan DjVu okuyucu programını indirmeniz gerekmektedir.

Darwin Yanılıyor mu?

National Geographic kanalında Türkçe olarak yayımlanmış Evrim: Darwin Yanılıyor mu? (Evolution: was Darwin Wrong) adlı belgeseli burdan izleyebilirsiniz...

20.10.2009

Osmanlı tokadı

Şüpheci Melek'ten gayet yerinde bir araştırma ve inceleme yazısı. Mucize fetişistlerinde Osmanlı tokadı etkisi yaratacak türden bir analiz ve değerlendirme:

Kuran’daki bilimsel mucizeler – İki denizin karışmaması

Nedense tekrar tekrar karşıma gelen bir mucizeyi yazma vakti geldi de geçti bile.

Kuran’daki Rahman ve Furkan surelerinde iki denizin birbirine “kavuştuğu” ama “karışmadığı”na dair bir olay, Tanrı’nın gücünün delili olarak gösterilir. Söz konusu ayetleri bir kaç değişik meal ile aktaralım:

...

Yani elimizdeki bilgiler nedir?

  • Birinin suyu tatlı, diğeri tuzlu iki adet su gövdesi var. Tatlı olan içilebilir bir su (susuzluğu giderici ve ferahlatıcı tanımı yapılıyor)
  • Bu iki su birbiriyle karşılaşıyor ama aralarındaki bir perde yüzünden karışmıyorlar.
  • Bu iki suda da mercan ve inciler bulunmaktadır.

Bu bilgilere ek olarak, bazı mucizeci sitelerde “yüzey gerilimi yüzünden iki su kütlesinin karışmadıkları” veya bunu fark eden Jacques Cousteau’nun İslam’ı kabul ettiği gibi güzel detaylar verilir. Hatta bunu Cebelitarık boğazındaki Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’in sularının karışmadığını farkettikten sonra yaptığı söylenir.

Şimdi burada iki senaryo muhtemel. Rahman suresinde bahsi geçen iki deniz, gerçekten de iki deniz ve Furkan suresinde birinin tatlı olduğunu belirttiğine göre bir tatlı su kütlesi ( suyu içilebilir göl, nehir gibi) ve bir tuzlu su kütlesi (deniz) olmak üzere iki ayrı durumdan söz ediliyor ve ayrı ayrı incelenmesi gerekiyor. İkinci senaryo ise Rahman suresinde bahsi geçen olay Furkan suresindekiyle aynı, ama tatlı-tuzlu ayrımı yapılmamış.

İddiayı sağlam bir şekilde incelemiş olmak için ilk senaryoyu yani Rahman ve Furkan surelerinde ayrı olayların anlatıldığını kabul ederek devam edeceğim. Zaten bu haliyle ikinci senaryoyu da kapsamış olacak.

Yazının devamı ->>

Kafa ..ken kuş

11.10.2009

Alınganlık

Sevan Nişanyan isyanlarda:
Şimdi diyorlar ki memlekete özgürlük geldi. Doksan seneden beri tabu olan şeylerden bile artık serbestçe bahsedebilirsin.

Ama bir de ne görelim? Bu sefer başka şeyler sansüre tabi olmuş. Orduya, devlete, Yüce Manitu’ya istediğini söyle serbest, ama iş İlkçağ Arap mitolojisini sorgulamaya geldi mi orada dur diyorlar.

Neymiş? Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!

Doğanın boşluk kabul etmemesi gibi, bu toprakların havası mıdır, suyu mudur, özgürlük kabul etmiyor herhalde.
Adamlar alınırken de sana mı soracaklar arkadaşım? Adamların yapısı böyle. Alınganlar işte. Onlar alınıyorsa sen de ayağını ona göre denk alıp alınmamaları için elinden geleni yapacaksın. İşine geliyorsa. Yoksa kötü olur. Aman ayağını denk al. Bakarsın bir gün kim vurduya gitmişsin. Burası Türkiye Sevancım. Burda işler böyle yürüyor.

8.10.2009

Yok artık!


Videoyu Şüpheci Melek'te gördüm ve Rezzan ablaya neremle güleceğimi şaşırdım. Neymiş efendim, astroloji tu kaka değilmiş, Amerika'da üniversitelerde kürsüsü varmış. Yani Rezzan abla utamadan sıkılmadan, astrolojinin genel kabul gören bir bilim dalı olduğunu ima etmeye çalışıyor. Yapma be Rezzan abla. Yeme bizi. Üç beş cahil adamı bu zırvaya inandırsan ne olur? Ne geçecek eline?

Burda daha da tehlikeli birşey var aslında. Umarım bu deli saçmasına kendin inanmıyorsundur. Astrolojinin gerçekten bilimsel bir değeri olduğunu sanıyorsan asıl vahim olan odur.

Nerdeyse unutuyordum. ABD'de hangi üniversitede astroloji kürsüsü varmış? Bilen varsa beri gelsin.

4.10.2009

Antony Flew’un Tanrısı

Şüpheci Melek, Antony Flew'un tanrı anlayışı ve görüşleri üzerine güzel bir çalışma ortaya koymuş:

Madem sık sık “Ateistin pişmanlık dolu itirafı” şeklinde karşımıza çıkacak, o halde bir şeyler yazalım.

Antony Flew, İngiliz felsefe profesörü, 20. yy’ın en önemli Ateistlerinden birisi – idi, ta ki bir kaç sene önce Ateizm’den Deizm’e kaydığını ilan edene kadar.

Kısaca özetlemek gerekirse ;

Antony Flew bilimin DNA’yı ve canlılığın ilk ortaya çıkışını asla ikna edici bir şekilde açıklayamayadığını düşündüğü için bunların arkasında bir ilahi gücün olması gerektiğini düşünüyor. Defalarca ve kesin olarak söylediği bir diğer şey de, bu ilahi gücün İslam’ın ya da Hrıstiyanlığın ya da herhangi bir vahiy’in Tanrı’sı olmadığı. Ölümden sonra yaşam, melekler vs gibi şeylerin de var olduğuna inanmıyor.

Yazının devamı ->>

Konuyla ilgilenenlerin okumasını öneririm.

1.10.2009

Why not?


Şampiyonlar Ligi tarihinde, başında olduğu iki farklı takımla, grupları 0 puanla tamamlamayı başaran ilk teknik direktör olma başarısını gösterebilir mi acaba? Neden olmasın? Kendisinde bu azim, cesaret ve kararlılığı görüyorum. Her maç Rüştü'yü kalede oynatmaya devam ederek bu yolda gerek şartı sağlamış oluyor. Yeter şartları da araştırıp bulacağı konusunda kendisine olan güvenim sonsuz. Yolun açık olsun ey Denizli.

23.09.2009

Eğitim cehaleti alır (mı acaba)???


Dikkatinizi çekmek istediğim şey videonun devamındaki biyoloji profesörüyüm diye geçinen evrim karşıtlarının evrim konusundaki akıl almaz bilgisizlikleri, bilimsel gerçekleri kabul etmemekteki inatçılıkları veya delillerin ortaya koyduğu sonuçları anlamaktaki beceriksizlikleri değil, ilk 25 saniye içinde olup biten ve kütle çekimi konusunda ilginç fikirler öne süren Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aslı Tolun'un izleyenleri şaşırtan ve televizyonlarının ayarlarıyla oynamalarına neden olan absürt yaklaşımıdır. Elimizden yapacak birşey gelmiyor maalesef. Sadece "yakız" deyip geçebiliyoruz.

[Not: Videoyu göremeyenler buraya bakabilirler.]

20.09.2009

Rammstein'ın yeni klibi: Pussy

Yasal Uyarı: 18 yaşında küçüklerin izlemesi kesinlikle yasaktır.



Yasal Uyarı: 18 yaşında küçüklerin izlemesi kesinlikle yasaktır.

Çok mütevazıyımdır canım!!!

Floyd Mayweather - Juan Manuel Marquez maçının Fox'daki yayınında yorumcu olarak bulunan yarı orta siklette WBC Uluslararası Şampiyonu ve EBU Avrupa Şampiyonu olan Selçuk Aydın aşağı yukarı şöyle diyordu:
Yabancıları çok fazla gözümüzde büyütüyoruz bazen. Mesela şimdi Manuel Marquez mi Selçuk Aydın mı? Selçuk Aydın. Yani kendim olduğum için söylemiyorum.
Çok iyiydi be Selçuk. İşte olay budur. Umarım hep böyle alçak gönüllü olursun.

Arka arkaya 3-5 kombine yumruk atınca yorgunluktan bitip, groki olan rakibe saldırıp nakavk yapmaya teşebbüs bile edemeyen birinin, kendini Juan Manuel Marquez gibi 3 farklı siklette Dünya Şampiyonluğu kemeri kazanmış ve neredeyse efsaneleşmiş birini böylesine küçümsemesi biraz trajikomik oldu. Marquez normal kilosunun oldukça üzerine çıktığı için her zamanki çabukluğundan, bol bol yumruk atan yapısından oldukça uzaktı ve Mayweather karşısında resmen ezildi ama yine de Selçuk'un kendini olmadığı noktalarda görmesi de oldukça tehlikeli ve üzücü bir durum. Eksiklerini görmesi ve biraz daha yerini bilir şekilde konuşması gerekir diye düşünüyorum.

19.09.2009

Yeter be Hido musun nesin!!!

Mümkünse sen de Mehmet Okur'a katıl ve şu milli takımı rahat bırak. Turnuva zamanı tatil yaparsın rahat rahat. Zaten NBA'de bütün sezon dinlenme fırsatı bulamıyorsun. Sen de mutlu olursun biz de. Düş şu takımın yakasından artık.

15.09.2009

Böyle vuruş görülmemiş!!! Bak sen...

Radikal'de şöyle bir haber gördüm:

Teniste bu vuruş daha önce görülmedi

ABD Açık Tenis Turnuvası'nda dün oynanan yarı final mücadelesinde tenis tarihinde görülmemiş bir olay yaşandı.

ABD Açık'ın tek erkekler kategorisinde oynanan yarı final maçı müthiş bir mücadeleye sahne oldu. Roger Federer, final biletini rakibi Novak Djokovic'ten insan üstü bir çabayla söküp aldı. Djokovic'in aşırtma topunu bacak arasından kurtaran Federer kortlarda uzun yıllar unutulmayacak bir atışa imza attı..
ve şaşırdım. Haberi yazan vatandaş kimdir bilmiyorum ama hayatında doğru düzgün tenis izlemediği hissi uyandırdı bende. Tamam, çok sık olan ve burada Federer'in ustalığına yakıştığı gibi mükemmel bir şekilde uygulanan bir vuruş değil ama ben bile bu yaşımda bu vuruştan birçok kere görmüşsem koskoca harflerle "teniste bu vuruş daha önce görülmedi" demek biraz komik oluyor. Daha doğrusu okuyucularla dalga geçmek gibi birşey oluyor.

4.09.2009

Fenerbahçeli futbolcular manikür, pedikür yaptırıyor :))

Acıbadem Hastanesi bünyesinde faaliyet gösteren "el ve ayak sağlığı" hizmeti veren ASMER yetkilileri Fenerbahçemizin sabah saatlerindeki idmanında hazır bulundu.

Fenerbahçe Spor Kulübü Can Bartu Tesisleri'nde steril bir ortam oluşturan ASMER yetkilileri Medikal Ayak Sağlığı Uzmanı Şükran Deniz yönetiminde idman sonrasında oyuncularımızın ayaklardan kaynaklanan sorunlarını medikal ve estetik boyutta çözmek için çalıştılar.

ASMER ekibi oyuncularımıza medikal bakımlarda, bakımın yanı sıra darbe, vurma, travma, keratinleşme ve basınçtan dolayı oluşan deformasyonlar, nasırlar, tırnak batmaları ve diğer ayak problemleri de giderilerek gerekli kontrolleri, periyodik bakımları yaptı.

Son teknoloji ürünü cihazlarla çalışan ekip önümüzdeki dönemde de bu bakımları oyuncularımıza uygulayacaklarını söyledi.
...

30.08.2009

Başarılı bir teşhis

İktisadiyat'tan Tolga Bağcı, Habertürk'teki Sansürsüz programına çıkan Adnan Oktar'la ilgili başarılı teşhislerde bulunmuş. Lanet Olsun İçimdeki Bilim Sevgisine! başlıklı bu yazıyı okumanızı öneririm:
Görenleriniz mutlaka olmuştur; 7 Ağustos’ta, Yiğit Bulut yönetimindeki  Sansürsüz Programı’na,  Adnan Oktar Hoca, nam-ı diğer Harun Yahya, katıldı. Programın birkaç bölümünü Youtube’dan izleme fırsatım oldu, ardından da bu yazıyı paylaşmak istedim. Efendim bilindiği üzere Adnan Hoca ve talebeleri, kendi deyimleriyle Evrim Teorisi’ne karşı “bilimsel” olarak mücadele vermektedirler ve bu yolda kendilerini “Allah’ın mükellef kulları” olarak görmektedirler. Öncelikle Adnan Hoca’nın kitaplarında gördüğüm üsluptan yola çıkarak, bu anlayışlarının bana bugüne kadar öğretilen bilimsellikle uzaktan yakından alakası olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.  Eğer bilimsellik, üç-beş bilimadamının özenle kırpılmış kişisel görüşlerini ve Kutsal Kitaplar’dan alıntı ayetleri derleyip, üstüne yorum yapmaksa, bugüne kadar bilimadamı diye bildiğimiz ne Newton’un, ne Einstein’in,  ne de Stephan Hawking’in bilim adamlığıyla uzaktan yakından alakası yokmuş meğer.

Yazının devamı ->>
...

25.08.2009

Utanç!!!

Yiğit Bulut'u ciddiye alıp, baştan sona zırva dolu yazısını uzun uzun dalga geçtiğim için kendimden utandım.

22.08.2009

Mr. Çok Bilmiş vs. Evrim

Yiğit Bulut, evrime inananlara inanamıyormuş:
Sevgili dostlar, iki gün önce “kızım neden evlenmiyor” başlıklı yazıda “hayatta tesadüf olamayacağını” daha doğrusu “tesadüflerin” matematiksel olarak “nasıl imkansız” olduğunu “bir genç kızın” 40 milyon kişide “aradığını” bulma ihtimali üzerinden tartışmış ve “matematik olarak” imkansız görünenlerin, nasıl olabildiği noktasında konuyu bırakmıştım.
Tesadüfler matematiksel olarak imkansız mıymış? Bunu da matematiksel olarak göstermiş. Hem de genç bir kızın aradığı erkeği bulma ihtimali üzerinden göstermiş. E bravo sana Yiğitcim. Büyük adamsın.
Bugün “aynı olasılık” hesaplarını “evrensel yasalara, doğaya, maddenin ve hücrenin yapısı” gibi konulara uygulamak istiyorum. Daha doğrusu iki kişinin, “minimum ortak aranan şartlarda” akıl-bilinç-istek-duygularını kullanarak dahi “birlikte olmalarının” matematiksel olarak ne kadar “zor” olduğundan yola çıkarak; “milyarlarca hücrenin mükemmel bir şekilde biraraya gelişini” tartışmak istiyorum. Kimilerine göre bu “bir zekanın bilinçli biraraya getirmesi”, kimilerine göre “random-raslantısal” bir “gelişme” yani “evrim”
Bak sen. Genç kızın aradığı erkeği bulma ihtimalini hesaplarken kullandığı o muhteşem yöntemleri "evrensel yasalara, doğaya, maddenin ve hücrenin yapısı" gibi konularda da kullanacakmış. Helal be sana Yiğit. Saldır be koçum. Kim tutar seni.
Yiğitcim, bir şeye aklım takıldı. Evrimin, raslantısal bir gelişme olarak tanımlandığını ilk defa senden duydum. Aslında bakarsan evrim, ne gelişmedir ne de raslantısal bir süreçtir. Evrimin bir yönü vardır ve bu yönü doğal seçilim belirler. Yani evrim raslatısal değildir, doğal seçilimin işaret ettiği yöne gider. Evrim, gelişim de değildir. Yeri geldiğinde gerileme de olabilir. Evrim daima ilerlemeyi ifade etmez, gerilemeyi de ifade edebilir. Yine bu da doğal seçilimin yönlendirmesiyle ilgili bir şeydir. İlerleme mitiyle ilgili olarak Stephen Jay Gould'un Yaşamın Tüm Çeşitliliği : İlerleme Mitosu kitabını okuyabilirsin. Evrimin bir gelişme olduğuyla ilgili yanılgından kurtulman için faydalı olabilir.
Dostlarım, canlı hücre yapısını bırakın bir kenara “sadece bir atom” alalım, yanlış anlamayın “atomu da” örneklemede kullanmayacağım. Sadece içine bakalım ve “raslantı sonucu milyon yıllar sonucu oluştu” denilen “elektron” yapısını inceleyelim... Bir atom içinde en çok dikkat çeken nokta, çekirdeği elektrik yükünden oluşan bir zırh gibi kuşatan elektronların atomun içinde en ufak bir kazaya yol açmamaları! Olsa ne olur? Felaket olur! Madde olmaz! Biz olmayız!
Elektronlar, raslantı sonucu milyon yıllar sonucu mu oluşmuş? Bunu ilk defa senden duyuyorum Yiğitcim. Büyük patlamadan 1 saniye sonra fotonların birbirleriyle etkileşimi ile elektron-pozitron çiftlerinin oluşumu başlamıştır. Oluşan elektron-pozitron çiftleri birbirlerini yok ediyorlardı. Büyük patlamanın 15 saniye sonrasında ise elektronlar kalıcı olarak evrendeki varlıklarına kavuştular. Yani ortada milyonlarca yılda raslatı sonucu oluşan elektronlar yok. Büyük patlamadan saniyeler sonra fizik kanunları gereği zorunlu olarak oluşmuştur elektronlar. Elektronların oluşumuyla ilgili böyle garip fikirlere nasıl kapıldın anlamak zor.Tabi bir de elektronların atomda kazaya yol açması gibi garip bir kavram geliştirmişsin. Nasıl bir kaza bekliyordun Yiğit?
AMA... Felaket sınırında “dolaşan” matematiksel olarak “olması ihtimali” yüksek olan böyle bir kaza asla gerçekleşmez ! Matematiksel olarak “mümkündür” ama olmaz! Tüm işleyiş mükemmel bir düzen ve kusursuz bir sistem içinde devam eder. Çekirdeğin çevresinde saniyede 1.000 km. gibi akıl almaz bir hızla hiç durmadan dönen elektronlar, birbirleriyle bir kez bile çarpışmazlar! Birbirlerinden herhangi bir farkları bulunmayan bu elektronların farklı farklı yörüngelerde bulunmaları, son derece şaşırtıcıdır! Şimdi düşünün; atomdan, hücreden, atomların, hücrelerin “birleşmesinden” vazgeçtim, elektronlar “dahi” mükemmel bir “uyum içindedir” ve bu uyum “varoluştan” bugüne devam eder!
Olasılık uzmanı Yiğitcim, zahmet olmazsa şu "olması ihtimali" yüksek dediğim kazanın olması ihtimaliyle ilgili bir analiz yapar mısın? Bu kazanın "olması ihtimali"nin neden yüksek olduğunu veya ne kadar yüksek olduğunu açıklayabilir misin? Tabi bunun üzerine bir de olması ihtimali yüksek bir olayın nasıl olup da hiçbir zaman gerçekleşmediğini mantıklı bir şekilde açıklayabilir misin? Hiçbir zaman olmayan birşeyin nasıl olup da yüksek bir ihtimale sahip olabileceğine dair açıklamanı (burada yüksek ihtimal derken olasılığının 0.5'den büyük olduğunu kastettiğini varsayıyorum) dört gözle bekliyorum.

Elektronların birbirleriyle çarpışması için tek bir neden gösterebilir misin Yiğit? Çekirdeğin etrafında dönen elektronları, bir yıldızın etrafında dönen gezegenler gibi mi görüyorsun acaba? Atom altında klasik fiziğin yerini kuantum fiziğinin aldığını biliyorsundur diye tahmin ediyorum. Umarım yanılmıyorumdur. Elektronların birbirleriyle çarpışmasının neden yüksek bir olasılığa sahip olduğunu kuantum fiziğine dayandıracağını umuyorum. Ama bir dakika. Korkarım senin kuantumun k'siyle ilgin yok Yiğit. Elektronların farklı yörüngelerde olmaları şaşırtıcıdır falan demişsin. Neden şaşırdın Yiğit? Bu kadar şaşırtıcı olan ne? Aynı mantıkla maddelerin birbirini çekmesi, aynı yüklerin biribirini itip farklı yüklerin çekmesi de şaşırtıcı olacaktır. Bu kadar şaşkın olmaya gerek yok Yiğit. Nedenine kafanın basmadığı her şey için şaşkın tavuklar gibi "vay anasını" demekle bir yere varılmaz. Senin hayretler içinde kalman, olayın ardında gizli bir gücün hokus pokuslarla herşeyi planladığına yönelik görüşü de hiçbir şekilde güçlendirmez.
Bu noktada başka bir örnek verelim. Yine hücreden, evrimden vazgeçtim. Yerde duran bir tahta parçası var. Üstünde bir tezgah var, usta matkapla “çalışıyor”! Şimdi soralım; matkabın çalışır halde yere düşüp “tahtayı” delme ihtimali ne? İstatistikler her ay o atölyede 3 kaza olduğunu ve yaklaşık her 10 çalışma gününde 1 “rastgele” delik açıldığını gösteriyor. Şimdi bir soru daha soralım; aynı deliğin yanına bir “menteşe” çakılması ihtimali ne? Yine istatistikler o atölyede son 3 yıl içinde sadece bir yani 1.000 günde 1 kez aynı yerde duran artık bir parçaya düşen bir “menteşenin” üstünden geçilmesi sonrası “son derece bozuk” bir şekilde takıldığını gösteriyor. Bu iki verinin anlamı; bir delik ve yanına bir menteşe takılması ihtimali 10 binde 1! Lütfen dikkat daha “pencere” falan yapmadık! Tahtayı kesmedik, deliklerini delmedik, menteşe takmadık!
Hönk. Yiğitcim iyi misin? Neden bahsediyorsun sen? Durup dururken neden saçmalama ihtiyacı hissettin? Kafan biraz karışık galiba. Bir kere neden evrimden vazgeçiyorsun? "Evrime inananlara inanamıyorum" gibi iddialı bir laf ediyorsun ama evrimle ilgili tek bir eleştiride bulunamıyorsun. Ama doğru, evrimin raslantısal bir gelişme olduğunu sanacak kadar evrimden bihaber olduğun için bu konuda söyleyecek pek birşey bulamıyor olman da gayet doğal aslında.
Sevgili dostlar, bu “gerçekler” ve bu “veriler” eşliğinde bir daha soralım; bir tahtanın bir “pencere” olma ihtimalinin “olmadığı” bir gerçek düzeyinde, tek hücrenin “bir zekanın müdahalesi” olmadan bugün gördüğümüz “mükemmel bizi” ortaya çıkarma ihtimali sizce kaç? Yorulmayın ben söyleyeyim; matematiksel olarak böyle bir “ihtimal” yok! Bu gerçeğe “dünyanın oluşumu”, “yer çekimi” gibi kanunların da oluşumunu ekleyin! Tekrar ediyorum; böyle bir “ihtimal” matematiksel olarak “ifade edilemez”! Biraz “matematik” bilen, evrim gibi bir “saçmalığa” asla inanamaz! Bana kendi başına “oluşan tek bir pencere” gösterin, ben de inanacağım!

Sonuç: Yukarıda anlattığım çok “basit” veriler ışığında soruyorum; “sizce evrim” sonucu “bu hale gelmemiz” mümkün mü!
Hangi gerçekler ve veriler Yiğitcim? "Bu zırvalar ve hezeyanlar eşliğinde..." desen daha isabetli olurdu. Tahtanın pencere olma ihtimaliymiş. Bunu söyleyen ilkokul mezunu cahil cühelanın teki olsa tamam da senin gibi iyi eğitim almış birisinin böyle buram buram zeka fakirliği kokan benzetmelerle evrime saldırması çok üzücü. Cehalet böyle birşey işte Yiğitcim. Çok akıllıyım, ben herşeyi anlarım sanırsın ama bilgi sahibi olmadığın için zırvaladığının ve gülünç bir duruma düştüğünün farkına bile varmazsın.

19.08.2009

Evrim teorisi kanıtlandıysa neden kanun olmuyor?

Şüpheci Melek'ten bilim, kanun ve bilimsel gerçek konularına örnekler vererek açıklık getiren bir yazı:
Evrim’le ilgili bilgisi tesadüfi ve yüzeysel olanlardan sık sık duyulan bir şikayet “Evrim kanıtlanabilse idi, teori olmazdı, kanun olurdu. Kanıtlanmamış bir şeyi ben kabul etmem”.

Elbette bilimsel teori ve günlük dilde “tahmin-öneri” anlamında kullanılan “teori” sözü arasında farklar var. Konuyu şimdi açmam sanırım ileride de bu şekilde gelecek yorumlara kolayca cevap verebilmem için gerekli.

Öncelikle, en büyük yanlış kanı, bilimsel teorilerin, “kanıtlandıktan” sonra “kanun”luğa terfi ettiği, yani “teori” sözünü içeren bir konunun henüz kanıtlanamadığı. Böyle bir şey yok. Bir konuyla ilgili hem bir kanun, hem bir teori ve aynı zamanda bilimsel gerçeklikten sözedebiliriz.

Bir örnekle açıklayalım, zira seçtiğim örnek Evrim karşıtlarının en sevdiği örnektir: yerçekimi.

Yazının devamı ->>

...

18.08.2009

Moleküler olarak en saçma din hangisidir?

Yenişafak'ta şöyle bir haber var:
Moleküler olarak en doğru din İslam!

İslam'ın en mükemmel ve doğru din olduğu "moleküler" olarak saptandı! Japon bilim adamı Masaru Emoto, su molekülleri üzerine yaptığı araştırmalarda Kur'an-ı Kerim okurken veya ezan dinlerken, sudaki moleküllerin meydana getirdiği titreşimle mükemmel bir altıgen dizilim oluştuğunu saptadı. Emo kısa bir süre önce Mısır'a giderek Kahire Üniversitesi'nde yaptığı araştırmanın sonuçlarını meslektaşları ile paylaştı. Mısır devlet televizyonunda Japon bilim adamının elde ettiği bulgular profesörler tarafında tartışmaya açıldı.
Kiiiim? Masaru Emoto mu? Bilim adamı mı? Hangi bilimin adamıymış bu amca? Uluslararası ilişkiler okumuş üniversitede kendileri. Sonra da Hindistan'daki Alternatif Tıp Enstitüsü'nden alternatif tıp doktoru ünvanı almış. Tabiki bu ünvanın dünya genelinde hiçbir geçerliliği yok. Haliyle Masaru amacamız bilim adamı olarak kabul görmüyor. Kendisi bir yazar olarak biliniyor ve tanınıyor, bilim adamı olarak değil.

Bunları geçelim ve asıl konuya gelelim. Masaru amcanın iddialarınnı herhangi bir bilimsel temeli var mı? Elbette yok. Masaru amcamız hiçbir kontrollü deney yapmamış ve hakemli bir dergide hiçbir makalesi yayımlanmamış. James Randi, kendisine iddialarını çift kör kontrollü deney ile kanıtlaması halinde 1 milyon dolar teklif etmesine rağmen bu amca teklifi kabul etmemiştir. Hem iddialarını kanıtlamış olma fırsatını hem de 1 milyon doları neden kabul etmemiş olabilir? Neden acaba? İddialarının deli saçmasından başka birşey olmadığını kendi de gayet iyi biliyor olduğu için olabilir mi acaba?

16.08.2009

Hariçten okunan gazeller (4)

Suat'ın üzüntü verici yazısını incelemeye devam ediyoruz:
Ya kambriyen fosillerinin teori ile çelişiyor diye tam 60 yıl bir tavan arasında gizlenmesine?
Kim, neyi, nerde, kimden, niçin saklamış Suat? Aslında bunu ciddeye alıp buraya aktarmamam bile gerekirdi ama evrim teorisine ölümcül bir darbe vuran birşeymiş gibi kalın harflerle yazınca değinmeden geçmeyeyim dedim. Kimsenin birşeyi sakladığı yok Suat. Neymiş bu evrim teorisi ile çelişen fosiller? Nerde bu meretler Suat? Sen bilim insanlarının açıklamalarını görmezden gelirsen böyle komik sonuçlara varırsın. Örneğin Stephen Jay Gould'un Wonderful Life: The Burgess Shale and the Nature of History adlı kitabını buradan okumaya ne dersin? Umarım yine her zamanki çok bilmişliğinle Gould'un adını duyunca, her tarafından cehalet akan "Gould dediğin adam Darwinizmin Gorbaçov'udur" zırvasını getirmezsin karşıma. Komik oluyor çünkü...
Mutant dört kanatlı meyve sineklerinin ilave iki kanatının aslında uçuş kaslarından yoksun olduğu yani ’sakat’ olduğu bilinmesine rağmen hala mutasyonların bilgi üretimine örnek veriliyor ders kitaplarında?
Hangi ders kitaplarından bahsediyorsun Suat? Hadi onu geçelim ve asıl konuya gelelim. Mutasyonlar DNA içinde bilgi üretemez mi diyorsun Suat? İddia ettiğin şey bu mu? Gen duplikasyonu nedir bilir misin Suat? DNA içerisinde herhangi bir genin bulunduğu bir parça DNA kopyalanması sırasında hata ile genom içerisinde farklı bir yere kopyalanabilir. Böylece daha önce gen olmayan bir yere bir gen gelmiş olur. Bu gayet iyi bilinen bir süreçtir. Mevcut gen olması gereken yerde kaldığı ve işlevini eskisi gibi sürdürdüğü için kopya gende meydana gelecek değişiklikler, canlıda o genin ürettiği maddenin eksikliğinden kaynaklanacak problemlere neden olmayacaktır. Bu durumda kopya gen oyun tahtası durumuna gelmiştir. Böylece gende meydana gelecek ufak değişkliklerle yeni proteinler ortaya çıkabilecektir. Daha önce hiçbir canlıda görülmeyen, yeni bir işlevi olan veya mevcut bir işlevi geliştiren, eşsiz bir yapısı olan orijinal proteinler ortaya çıkabilecektir. Gen aileleri nasıl oluşuyor ve ailelerin yeni üyelerinin kökeni nasıl açıklanıyor sanıyordun Suat? Ama doğru, sen açıklanmıyor sanıyordun değil mi? Gen duplikasyonu yeni genlerin kökenini oluşturan temel mekanizmalardan sadece bir tanesi. Diğerlerini de basitçe google'da "origin of new genes" diye arayarak bulabilirsin. Örneğin Nature'dan The origin of new genes: glimpses from the young and old başlıklı makale gözlerini açman adına gayet iyi bir başlangıç olabilir. Tabi bu arada yeri gelmişken, Thomas D. Schneider'in Behe ve Dembski'nin biyolojik bilginin oluşumu ve indirgenemez karmaşıklığın evrimiyle ilgili argümanlarını adeta yerle bir eden çalışmasını ve Evolution of biological information başlıklı makalesini belirtmeden geçmek olmazdı. Önce bunları iyice bir oku ve hazmet. Ondan sonra tekrar konuşuruz.
Darwinin ispinozlarının çeşitlenmesinin aslında varyasyon olduğu halde niçin hala doğal seçilimin evrimleştirici gücü olarak gösteriliyor?
Ayıptır sorması Suat, bu varyasyonlar nasıl ortaya çıkıyor? Allah tüm varyasyonları içeren sayıda canlıyı hokus pokus ile yaratıp doğaya mı saldı? Nerden geliyor bu mutasyonlar? Yoksa tüm varyasyonlara ait genetik bilgiyi DNA'nın içine işleyip işin geri kalanını doğal seçilime mi bıraktı? Yukarda linkini verdiğim Schneider'in makalesi kopyalama (yani bu durumda üreme), mutasyonlar ve seçilimin genetik bilginin oluşumu için yeterli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zahmet edip okursan bunu sen de göreceksin.
M.Behe’nin ya da darwinian evrime muhalefet eden başkaca bilim adamlarının argümanları çoğu kez sadece ‘alayla’ karşılanıyor gibi gözükse de (belki de kitlelere, ‘gerçek bilim insanları bunlarla alay ediyor’ gibi gösterilse de) bir yandan da itirazlar ciddiye alınıyor ki, harıl harıl bu itirazlara cevap üretilmeye çalışılıyor. İlginç olan ise Behe’nin argümanına karşı öne sürülen ve (mesela) “bunların alt mekanizmaları ayrı ayrı amaçlar için evrimleşti sonra biraraya geldi kompleks bir yapı oldu” vs şeklinde cevap vererek IK yapıların indirgenebilirliliğini savunan Matzke gibileri de diğer cenahta alay konusu oluyor. 40 ayrı proteinle kodlanan son derece kompleks bir yapıdan söz ediyor adam. Bunu açıklama diye veriyor. Bari bilemiyoruz de, demiyor. Zaten bu sonradan biraraya gelmeyi sorguluyor Behe ve benzerlerinin itirazları, cevap verdiğini sananlar da onların bu itirazını doğruluyor.
Kazın ayağı pek de senin oradan gözüktüğü gibi değil Suat. Bakteri kamçısı 40 ayrı proteinden falan oluşmuyor. Birçok farklı bakteri türünde birçok farklı kamçı vardır. Bu farklı kamçılar nasıl oluşmuş olabilir neden tek bir kamçı yok da ufak değişiklikler içeren farklı kamçılar var sorusunu hiç sormayacağım bile. O alay konusu olduğunu hayal ettiğin Nicholas Matzke'nin Mark Pallen ile birlikte yaptığı araştırma ve yazdıkları makale (pdf haline buradan ulaşabilirsiniz) başta Michael Behe olmak üzere William Dembski, Scott Minnich, Stephen Meyer ve Casey Luskin gibi akıllı tasarımcıların bir ikon haline getirdikleri bakteri kamçısı hakkındaki cehaletlerini adeta yüzlerine vurmuştur. Ayrıca alay konusu olduğunu söylediğin Matzke bu çalışması nedeniyle, akıllı tasarımın bana göre en önemli destekçisi olan Mike Gene tarafından tebrik edilmişti. Daha sonrasında da Mike Gene, Natzke ve Pallen'in çalışmalarından elde edilen bilgiler ışığında bakteri kamçısının evrimi konusundaki görüşlerini tekrar gözden geçirmiş ve Matzke'nin 2003 yılından bu yana bakteri kamçısında proteinlerin bakterilerdeki diğer yapılarda bulunan proteinlerle olan homologluklarıyla ilgili ortaya koyduğu görüşlerinde haklı olduğunun ortaya çıktığını belirtmiştir. Mike Gene yeni bilgiler ışığında, bakteri kamçısının tasarlandığı yönündeki işaretlerin zayıfladığını da dürüst bir şekilde ifade etmektedir. Burada önemli olan nokta Mike Gene'in, yaratılışa iman etmiş Phillip Johnson'ın fikir babası olduğu AT hareketiyle uzaktan yakından ilgisi olmaması ve kendini dini, sosyal ve politik angajmanlar içine sokmamış olmasıdır. Yeni bilimsel verileri dürüstçe değerlendirip, kendi görüşlerini desteklemiyor olsa bile kabul ederek, belli bir konuda karşı görüştekilerin savundukları şeyin doğru olduğunun ortaya çıktığını açıkça ifade edebiliyor olması Mike Gene'i önemli ve değerli kılan en önemli özelliğidir. Maalesef aynı davranışı AT hareketinin kadrolu elemanlarında göremiyoruz. AT hareketinin en önemli eksikliği dürüstlük ki bu da yaratılışçı akrabalarından aldıkları en kötü özellik.

Konuyu biraz dağıttık farkındayım. Gelelim 40 ayrı protein masalına. Matzke ve Pallen'in buluşundan önce Behe, Dembski, Minnich, Meyer ve Luskin gibi en önemli AT savunucuları kitaplarında ve yazılarında 40 adet vazgeçilmez (olmazsa olmaz) proteinin 30 tanesinin hiç homologu olmadığını ve bu sebeple bakteri kamçısının başka bir yapıdan evrimleşmiş olmasının mümkün olmadığını savunmaktaydılar. Fakat Matzke ve Pallen sadece 23 adet proteinin vazgeçilmez olduğunu ve bunlardan da sadece ve sadece 2 tanesinin homologu olmadığını ortaya koymuştur. Mike Gene'in, Matzke'yi tebrik etmesine ve bakteri kamçısının tasarlanmışlığı konusundaki görüşlerinin değişmesine neden olan şey budur. Suat sakın ola "hohohohhooo homoloji dedi, salağa bak, homoloji dediğin şey totolojidir, hohohohoooo" tarzıdaki her zamanki cehalet kokan yaklaşımına başvurma. Homolog yapılar dediğimiz şey yapıları benzer olan fakat buna karşın farklı işlevleri olan yapılardır. Bakteri kamçısının proteinlerinin homologlarının olması da farklı yapılardaki bazı proteinlerin, bakteri kamçısındaki proteinlerle yapıları benzer olmasına rağmen farklı işlevleri olduğu anlamına gelir. Bu kadar. Tanım ve açıklama budur. Ne eksik ne fazla. Tanımın içeriğinde akrabalıkla ilgili hiçbir şey yok, dikkatini çekerim. Her zamanki totoloji mavalını okuyacaksan da zahmet olacak ama mantıksal bir açıklama yapmayı denersen çok iyi olur. Kaldı ki Behe, Dembski, Meyer ve diğerleri 30 proteinin homologu olmadığı (hatalı) bilgisinden yola çıkarak bakteri kamçısının evrimleşmiş olmayacağını iddia ediyorlardı. Yani onlar da homolojinin, "hohohohooo homoloji dedi, salağa bak" şeklinde cahilce bir yaklaşımla dalga geçilerek ve görmezden gelinerek bir kenara atılamayacak türde evrimi destekleyici bir gösterge olduğunun farkındalar. Senin de bunu bir gün kavrayacağını umuyorum Suat.

15.08.2009

Hayvanlar düşünebilir mi?

National Geographic'ten hayvanların düşünmesi üzerine bir makale:
Akıllı hayvanlar bizlere icat etme, plan yapma, değerlendirme -ve hatta aldatma- becerilerimizde yalnız olmadığımızı söylüyor. Araştırmacılar, zaman içinde gerçekleştirdikleri yaratıcı deneylerle insana özgü zannedilen yetenekleri başka hayvan türlerinde de belgeleyerek, bize kendi becerilerimizin kaynağına ilişkin bir kapı aralıyor.

Darwin’den beri biyologlar hayvanların düşünüp düşünmediğine ve duyguları olup olmadığına kafa yormuşlardır. Hayvan (ve tabii ki insan) beyninin, diğer özellikler gibi evrim geçirerek, belirli ortamlarda işlev görmek için gerekli becerileri edindiği görüşünü ortaya atan kişi Darwin’di. Ama herkes bu görüşe katılmadı. 20. yüzyılın ilk yarısında ağır basan teori davranışçılık, yani hayvanların bilinçli karar alma yetisinden yoksun olduğu ve bütün eylemlerinin doğal davranış çerçevesinde açıklanabileceği görüşüydü.

Günümüzde hayvan bilişselliği alanı, davranışçılığın ötesine geçerek, birçok yeni araştırma dalını kucaklayan bir yapı kazanmıştır. Yabanıl ortamda birçok değişkenle karşılaşılmasından dolayı, çalışmaların büyük bölümü esaret altındaki hayvanları kapsıyor. İncelenen hayvanlardan bazıları ve bilişsel becerileri konusunda elde edilen bulgular aşağıda sıralanıyor.

Yazının devamı ->>
Hâlâ insan dışındaki hayvanların düşünemediğini sananlara duyurulur.

12.08.2009

Hariçten okunan gazeller (3)

Suat'ın meşhur yazısını incelemeye devam edelim:
Kettlewell’in o meşhur biberli kelebeklerinin ağaç gövdelerine konmadığı ve aslında ölü kelebeklerin ağaç gövdelerine iğnelendiği ama bunun gizlendiği ve bu sahtekarlık ortaya çıkmasına rağmen Londra Doğa Tarihi Müzesinde bu sahte doğal seçilim kanıtının sergilendiğini neyle açıklayabiliriz?
Ayıptır sorması Suat, biberli güvelerin (kelebek değil, ikisi farklı şeylerdir) ağaç gövdelerine konmadığını da nerden çıkardın? Michael Majerus'un 1998'de yazdığı Melanism: Evolution in Action adlı kitabında gösterdiği gibi biberli güveler (Suat'ın kaynağı olan Jonathan Wells'in iddialarının aksine) ağaçların gövdelerine konmaktadır. Bazı ders kitaplarında güvelerin renk farklılıklarını ve bulundukları zemin üzerindeki görüşünüşlerini belirgin olarak göstermek için eğitimsel amaçlı olarak düzenlenmiş resimlerden yola çıkarak evrim teorisine saldırmak biraz komik olmuyor mu Suat? Ayrıca Kettlewell'in deneylerinde biberli güveleri ağaç gövdesine iğneleyerek insanları kandırdığı ise tamamen hayal mahsülüdür ve açık bir iftiradır. Bildiğim kadarıyla Wells bile böyle birşey iddia etmiyordu kitabında. Onun iddiası okullardaki ders kitaplarında bulunan resimlerin bu şekilde oluşturulduğuydu. Yoksa Kettlewell ölü güveleri ağaca iğneleyerek insanları aldattı gibi birşey dediğini sanmıyorum. Aslında böyle bir hezeyan ondan beklenmeyecek birşey değil ama bildiğim kadarıyla iddiası bu değildi. Ama öyleyse de bu benim için hiç şaşırtıcı olmaz. Kaldı ki onun yerine sen yapmışsın. Neye dayanarak böyle birşey ortaya attığını bilmiyorum. Belki yanlış hatırlıyorsundur, belki de okuyanları yobaz, sahtekar, ahlaksız darwinistlerin iğrençliklerine inandırmak için çıktığın yolda hızını alamayıp duvara toslamışsındır, kim bilir. Ama bilinçli olarak böyle birşey uydurduğunu düşünmek istemem.

Michael Majerus, kitabında 1964-1996 arasındaki araştırmalarına dayanarak istatistiki veriler sunuyor ve doğal ortamında gerçek fotoğrafları çekilmiş biberli güve resimleri sunuyor. Güvelerin ağaç gövde, dal, dal-gövde birleşimi gibi bölgelere konduklarını açıkça ortaya koyuyor. Bu gerçekler ortadayken, "biberli güveler ağaç gövdesine konmazlar, resimlerin hepsi sahtekarlık ürünüdür, biberli güveler evrime delil olarak gösterilemez, bunların hepsi uydurma" tarzında bir yaklaşım, gerçeklerin bilinçli olarak görmezden gelinmesi ve yalanın ısrarla savunulması gibi ciddi zihinsel sorunların işaretçisi olabilecek gibi gözükmektedir. Kaldı ki Michael Majerus, Bernard Kettlewell'in deneyinin yapılış şekliyle ilgili eleştirlerde bulunsa da biberli güvelerin durumunun, doğal seçilimin evrimin bir mekanizması olduğunu gösteren en iyi örneklerden biri olduğunu söylemektedir. Özellikle The Peppered Moth: The Proof of Darwinian Evolution başlıklı sunumunu incelemek isteyebilirsin. Hani hep darwinci evrimi destekleyen delillerin olmadığından bahsediyorsun ya işte onun için veriyorum bunu. İncele bakalım, belki agnostisizminde hafif de olsa kaymalar olur. Bu tip temelsiz ve saman adam iddiaların evrim teorisinden kuşku duyulmasına neden olduğunu düşünmen gerçekten üzücü.

9.08.2009

Hariçten okunan gazeller (2)

Suat'ın yazdıklarını incelemeye devam edelim:
Embriyo çizimleri ile oynayarak “bireyoluş soyoluşun tekrardır” hikmeti yumurtlayan Heackel’in sahte çizimlerini 100 yıla yakın evrim kanıtı olarak kakalamaya çalışanlar da aynı çizginin devamıdır. Ders kitaplarına kadar girmiş bu sahte kanıt ancak onyıllar sonra kitaplardan çıkarılmıştır. (Aslen çizimler doğru da olsa kanıt sayılmaz çünkü salt homolojidir bu. Böyle bir garabet.)
Oysa bu çizimlerin sahte olduğuna yönelik kuşkular daha 20′lerin başında dile getirilmiş ama bu kuşkular muhtemelen aynı biçimdeki darwinist terörizm nedeniyle kabul görmemiş bir 30 yıl daha çocuklara evrim kanıtı diye pazarlanmıştır. Hala günümüzde bu çizimleri evrim kanıtı sanan, isimlerinin önünde bol akademik ünvan bulunan cahiller mevcuttur üstelik!
Haeckel'ın çizimlerinin Darwin'in görüşleriyle uzaktan yakından bir ilgisi olup olmadığına bakalım ilk olarak. Darwin'in en önemli kitabı olan Türlerin Kökeni'nin ilk baskısını 1859, altıncı ve son baskısını ise 1872'de yayımlanmıştır. İnsanın Türeyişi ise 1871'de yayımlanmıştır. Ernst Haeckel'ın tekrarlama teorisi veya biogenetik kanun olarak bilinen ve kısaca Suat'ın da ifade ettiği gibi "bireyoluş soyoluşun tekrardır" veya "gelişim soysal kökenin tekrarlanmasıdır" şeklinde özetlenebilecek görüşlerini ilk olarak 1866'da ortaya koymuştur. Embriyo çizimleri ise ilk defa 1874'te yayımlanmıştır. Kısaca Darwin'in görüşleri hiçbir şekilde Haeckel'in yanlış teorisi ve hatalı çizimlerine dayanmamaktadır.

Peki gerçekten de Haeckel'in görüşleri ve/veya çizimleri bilinçli olarak insanları kandırmak için evrim delili olarak gösterilmeye çalışılmış mıdır? Bu da maalesef doğru değil. Haeckel'in biogenetik kanunu ortaya çıktıktan sonra devamlı olarak eleştirilmiş ve kabul görmemiştir. Aşağıdaki bilim insanları belirtilen yıllarda Haeckel'in görüşlerine açıkça karşı çıkmıştır:
  • Adam Sedgwick, 1894
  • William Garstang, 1922
  • Gavin de Beer, 1958
  • William Ballard, 1976
  • Stephen J. Gould, 1977
  • Richard Elinson, 1987
  • Jane Oppenheimer, 1987
  • Michael Richardson, 1995
  • Stephen J. Gould, 2000
Çizimler konusunda ise maalesef bazı hatalar yapılmış. Özellikle de bazı ders kitaplarında. Bazı biyoloji ders kitapların embriyolojiyle ilgili bölümlerde Haeckel'in çizimleri veya daha sonra ortaya çıkan Haeckel'inkilere dayanan benzer çizimler yer aldığı doğru. Ama teknolojinin gelişmesiyle artık çizimlerin yerini fotoğraflar alıyor ve böylece hatalar düzeltiliyor.

Embriyo fotoğraflarından elde edilen veriler, açık şekilde evrim teorisi destekler yöndedir. Kaldı ki evrim gerçeğini ve evrim teorisini destekleyen o kadar çok su götürmez delil var ki Haeckel'in 100 yılı geçkin hatalı çizimlerinin evrim teorisinin doğruluğundan şüphe edilmesine neden olması garip bir durum. Suat, bu çizimleri "evrim teorisinden kuşku duymak için son derece haklı nedenler" içinde göstermiş ki bu bana açıkçası komik geliyor.
Daha ötesi E. Penissi’nin Sciense’deki bir makalesine göre Haeckel çizimlerinin sahte olduğunu daha yüzyılın başında itiraf etmiş ama bu itiraflar çizimlerin 1901′de bir kitapta kullanılmasından sonra ortadan kaybolmuş. Ve tam 50 yıl boyunca bu sahtekarlık bilinmesine rağmen ders kitaplarında gerçek diye okutulmuş. İşte ideoloji uğruna zaman zaman sahtekarlıkları bile böylesine kullanan müntesiplere sahip bir teori ile karşı karşıyayız. Nasıl olur da kolayca ‘bilimsellik’ iddiasında bulunulabilir?
Elizabeth Pennisi'nin yazısı, Michael K. Richardson ve arkadaşlarının ortaya koyduğu fotoğraflara ve yazdıkları makaleye dayanıyor. Peki aynı Michael K. Richardson ve arkadaşları Haeckel'in çizimleri için başkaca neler söylüyor bakalım:
Bizlerin bazısının yardımcı yazar olarak yer aldığı ve Elizabeth Pennisi tarafından da konu edilmiş (Araştırma Haberleri, 5 Eylül 1997 s. 1436) yeni bir çalışma, Ernst Haeckel tarafından geçen yüzyılda yayımlanmış embriyo çizimlerindeki hataları inceledi. Çalışmamız, ulusal kanalda yayımlanan bir tartışma programında Evrim Teorisine saldırmak ve evrimin embriyolojiyi açıklayamayacağını göstermek için kullanılmıştır. Bizler bu bakış açısına kesinlikle katılmıyoruz. Embriyolojiden elde edilen bulgular Darwinci evrim ile tamamen uyumludur. Haeckel’in tanınmış çizimleri, uzun zamandır bilinen Yaratılışçı bir tartışma konusudur. (Bu çizimlerin) ilk sürümleri, farklı omurgalı türlerinde oldukça benzer görünen genç embriyoları gösterir. Temelde, Haeckel haklıydı. Bütün omurgalılar (notokorda, vücut bölmeleri, farinks keseleri içeren) benzer bir vücut taslağı geliştirirler. Bu ortak gelişme planı, ortak bir evrimsel geçmişi yansıtır. Bu bilgi, farklı hayvanlardaki gelişimin ortak genetik mekanizmalar tarafından kontrol edildiğini bildiren çok yeni ve önemli kanıtla da uyumludur. (Richardson, M. K., "Haeckel, embryos, and evolution," Science Vol. 280, no. 5366 (May 15, 1998) p. 983, 985–986.)
Yine aynı Michael K. Richardson 2002 yılında yayımlanan Haeckel's ABC of evolution and development başlıklı makalesinde şöyle diyor:
Haeckel’in çok eleştirilen embriyo çizimleri, filogenetik hipotezler, eğitime destek ve evrime kanıt olmaları açısından önemlidir. Çizimlerle ilgili bazı eleştiriler mantıklı ve akla yatkın iken, diğerleri daha çok art niyetlidir. (Richardson, M. K. & Keuck, G. (2002) "Haeckel's ABC of evolution and development," Biological Reviews (2002), 77: 495–528)
Linkini verdiğim bu makale olayı her açıdan inceleyen, bu konudaki en detaylı araştırma ve inceleme yazısı gibi gözüküyor. Konuyu önemseyen ve hakkında birşeyler konuşmak isteyen herkesin bu makaleyi okuması gerektiğini düşünüyorum. "Haeckel kıçından çizimler uydurmuş, yaptığı çizimlerin gerçekle uzaktan yakından alakası yok, tuvaletteyken aklına gelenleri çizmiş" türde tamamen şehir efsanelerine dayalı absürd yorumlardan kurtulmak ve çizimler hakkındaki gerçeklerle yüzleşmek için bu makalenin mutlaka okunması gerekir. "Adam sahtekar işte, işkembeden sallamış birşeyler, yobaz darwinist teröristler de işlerine geldiği için yanlış olduğunu bile bile kabul ediyorlar ve masum, saf çocuklara okullarda sinsice bunları gerçekmiş gibi gösterip beyinlerini yıkamaya ve evrim yalanını aldatmacayla kabullendirmeye çalışıyorlar" tarzında bir yaklaşım, en hafif tabirle insanın kıçıyla gülmesi gereken bir hezeyandan ibarettir.

Hariçten okunan gazeller (1)

Düşünceler.org'da Suat şöyle demiş:
500 yıl yaşında bir insan katafasına, yeni ölmüş bir orangutan çenesi ekleyerek ve dişlerini törpüyle yıpratarak Piltdown adamı diye bir kayıp halka imal edilir uzun yıllar önce. Bu sahte fosil, 40 yılı aşkın bir süre British Museum’da ara form diye gösterilir, hakkında 500 kadar “bilimsel kitap” yazılır.
Yeni ölmüş orangutan nerden çıktı? Bu tip şeyleri daha iyi araştırıp yazman gerekir Suat. Çenesi çalınan orangutanımız 500 yıl önce ölmüş, pek de yeni sayılmaz. Hadi bunu geçelim. Çok da önemli değil. Ortada bir sahtekarlık var. Şöhret peşinde koşan onursuz bir adamın aldatmacası var. Orası kesin. Peki 40 yılda yazılmış olan 500 kadar "bilimsel kitap" da neyin nesi oluyor Suat? Nereden çıkardın bunu? 500 taneyi geçtim bana 10 tane kitap gösterebilir misin Piltdown adamını konu alan ve buna dayanarak evrim teorisini savunan? Sadece 10 tane istiyorum Suat. İstersen 500 taneyi de verebilirsin. Hayır demem yani :)
Çeşitli dino ve kuş fosillerini birbirine ekleyerek dino-kuş geçişi diye National Geo’da yayınlama sahtekarlığı yapanlar da, bulunan ve sonradan “domuz dişi” olduğu anlaşılan ve evet sadece bir dişten hareketle “ara form, kayıp halka bulundu” diye sayısız kitap, makale, bilimsel, akademik yayın yayımlayan da yine aynı zihniyetteki işgüzar birkaç darwinisttir.
Archaeoraptor, Çinli fosil üreticilerinin aldatmacasından ve National Geographic'in beceriksiz editörü Christopher Sloan'un basiretsizliğinden başka birşey değil. İşgüzar darwinist falan yok ortada. Nature ve Science dergilerinin kabul etmediği birşeyin üzerine balıklama atlayan saf ve temiz delikanlının hikayesi bu aslında. Archaeoraptor hakkında hiçbir kitap veya bilimsel bir dergide hakemli bir makale yayımlanmamıştır. Nebraska adamı konusunda da yine aynı şekilde işgüzar darwinist falan yok. Bilimsel bir hatanın 3-5 yıl içinde yeni çalışma ve bulgularla ortaya çıkması durumu var. Ayrıca bu sayısız kitap ve makale palavrası standarda bağlanmış heralde. Nereden çıkıyor bu sayısız makaleler anlamak mümkün değil. "Salla gitsin, gerçeği kim nerden bilecek" mantığıyla bol keseden atılan rutin palavralardan biri sanırım.

8.08.2009

Önden olur, arkadan ı ıhhh

Yıldırım Demirören şöyle demiş:
Beşiktaş gibi bir kulüp senede 2-3 milyon dolar kazanacak diye formasının sırtına reklam almaz.
Önüne, sağına, soluna alıyorsun ama arkasına almayı küçük düşürücü birşey olarak görüyorsun. Komik adamsın be Yıldırım. Sakın ola formanızın arkasına istediğiniz parayı verecek enayi bulamadığından böyle konuşuyor olmayasın. Bana kalsa formanın hiçbir yerinde reklam olmasını istemem ama sen her tarafına reklam alıp sadece arkasına almam dersen insanlar sana neresiyle güler biliyorsun değil mi?